26 Nisan, 2024, Cuma
DOLAR32.5079
EURO35.0054
ALTIN2434.0
Mustafa BARDAK

Mustafa BARDAK

Mail: [email protected]

Eylül’ün 12’si

Bugün 12 Eylül, 1980 yılında yapılan askeri darbenin yıldönümü. O günü anımsıyorum, yaşadığım ve darbeci zihniyetin yaşattıkları olaylar aklıma geliyor.

12 Eylül 1980’nin sabahından başlamak üzere devam eden günlerini yaşayanlar o acıları ve zor günleri belleklerinden silemezler. O günleri yaşayan biri olarak bugün sizlerle bazı olayları paylaşmak istiyorum. Bu olayların idamlar, tutuklamalar, işkenceler ve kayıp canlarla ilgili bölümünden değil mesleğimle ilgili olanlarını yazacağım.

12 Eylül 1980 sabahıydı, askerler sokaklarda dolaşıyor, radyolar sokağa çıkma yasağının bulunduğunu belirtiyor, Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren’nin konuşmaları ve marşlar çalıyordu. Askerler önceden belirlenmiş evlere girerek kadın, çocuk, yaşlı genç demeden silahlarını insanların başına doğrultuyor, ellerindeki isimlere göre özellikle gençleri araçlara bindirerek şu andaki Garnizon komutanlığına götürüyorlardı.

O günlerde Hakikat Gazetesinin Genel yayın yönetmeniydim. Askerleri köye gelip beni de araçlarına bindirerek Garnizon komutanlığına getirdiler. Bodrum kattaki geniş bir odadaydık. Osmaniye gazetesinin sahibi rahmetli Ali Rıza Karadağ’ı askerler ayağındaki çizgili pijaması ile getirmişler, giysilerini giymelerine bile izin vermemişlerdi. Yedi Ocak gazetesinden Mehmet Cemal Şenadam ve diğer yerel gazetelerin sahip ve yazı işleri hep birlikte bodrum kattaydık.

Bir süre sonra bizi bir üst kata çıkardılar, rütbeli bir subay karşımıza geçerek; Türk Silahlı kuvvetlerinin olaya el koyduğunu, sokağa çıkma yasağı bulunduğunu ve ikinci bir emre kadar gazetelerin çıkarılamayacağını anlatıyordu. Gazeteleri ikinci emre kadar çıkarmayacağımız karşılığında imzalarımız alındı. Sonrasında bizleri sokağa bıraktılar. Garnizon Komutanlığından Bulvara çıktığımızda sokaklar bomboştu, sadece bazı noktalarda birkaç eli silahlı asker görebildik. Bizi durdurup kimlik soran askerlere gazeteci olduğumuz için Garnizon Komutanlığından geldiğimizi anlatmaya çalıştık.

Çarşı merkezi yine sakindi, insanlar evlerinden çıkamıyordu. Birlikte arkadaşlarla yürürken, evine yaklaştıklarımız ayrılıyordu, ben ise Dereobası köyündeki evime kadar yaya olarak yürüyüp gelirken her sokakta askerler durdurup kimlik sorduklarında olayı anlatmaya çalışıyordum.

Bir gün bizleri yeniden çağırdılar ve gazeteleri yayınlayabileceğimiz söylendi. Ancak, her sayfayı önceden prova olarak basacağız, yetkili bir subayın onayı olduktan sonra baskıyı yapabilecektik. Gazetemiz Haftada iki gün çıkıyordu, Salı ve Cuma günleri sabahleyin gazetenin sayfalarını prova olarak basıyor, Garnizon Komutanlığındaki subay okuyor, beğenmediği haberleri veya sözcükleri çıkarıyor, altına imza atıyor sonra da basıyorduk.

Gazetede “Atatürk ve Devrimleri” konulu Şiir yarışması düzenlemiştim. Bu başlığı gören Subay elindeki prova gazeteye baktı bana; “Ne yani ne demek istiyorsun sen! Buradaki ‘Devrim’ kelimesini kaldırıp ‘İnkılap’ yazacaksın. Biz devrim mi yaptık demek istiyorsun!?”diyerek bana bağırmıştı.

Birkaç gazete baskılarımız böyle devam etti, sonrasında şu anki çarşı Polis karakolunda görevli Emniyet Amirliğine görev devredildi ve burada aynı şekilde baskı öncesi uygulamalar sürdü.

Basın olarak 12 Eylül sabahında susturulurken, o günlerin ardından yıllar geçti. Bugünleri sizlere anlatmama gerek yok, görüyor ve yaşıyorsunuz. Bugünkü basın ne durumda yayınlanıyor, kaç parçaya böldürdüklerini bu sütunlarda sizlerle paylaşmıştım. Saygılarımla…

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar