Sütten ağzı yananların ilk yapacağı, bir sonraki içeceğin ısısına aldırmadan üflemesidir. Bizim zamanımızda sütün tozunu yuttururlardı, hem de Amerikan menşeli. Şimdi sütün kendisini içen çocuklarımız var, yanında da kıvrananlar…
Açıkçası dün süt ağzımızı yaktı, bugün yoğurdu üfleyerek kaşıklayacağız.
Ama o kadar kolay değil…
Süte hassas bir bünyeye sahip olan birisi olarak, dün çocuklarımızın yaşadığı sıkıntıyı çok iyi biliyorum.
Hem onlar anında ambulansa atlayıp, hastaneye gitme şansına sahiplerdi. Benim öyle bir şansım da yoktu.
Çok lüks bir dinlenme tesisinde fırında sütlaç yeme gibi bir yanlışa düşmüştüm.
Otobanda, zehirlenme de başladı. Gecenin bir vakti, gidebileceğim bir yer yok. Aradığım 112 ise mesaj alıyor. Defalarca aramama rağmen, kanlı canlı birisiyle konuşma imkânım olmadı. O şekilde kendimi en yakın gördüğüm bir ilçe hastanesine tam beş saat sonra atabildim.
Uykudaki doktoru uyandırdılar, bulantı kesici bir iğne yaptırdım. Doktor, “bu şekilde gidemezsin” demesine rağmen de yola devam ettim.
O gün bugündür yoğurdu üfleyerek yiyenlerdenim.
***
Bu nedenle dün “süte hassas” olan minicik yavrularımızın neler çektiğini çok iyi anlıyorum.
Ama bilmeyenler olacak.
Bu yazıyı yazdığımda, henüz “süt zehirlenmesinin siyasi yansımalarına” tanıklık etmemiştim.
Uzmanlar konuşacak, diyetisyenler ekranlarda arz-ı endam edecek.
Dâhiliye uzmanları bilgilerini paylaşacak…
Muhalefet partileri hükümeti sütten vuracak…
Herkes konuşacak ama bir kutu süt içtiği için zehirlenen çocuklar, üfleyeceği yiyeceği hesaplamaktan başka bir şey yapmayacaklar.
Peki sorun ne?
Sorun, Türkiye’nin asıl sıkıntısı olan muhalefetin yetersizliğidir.
***
Türkiye’de ilk kez çocuklara süt dağıtıldı. Hem de bir iki değil, milyonlarca.
Kitaplar ve tablet bilgisayarlardan sonra çocuklar, okul sırasında hazır sütleri buldular.
Eğer dün bir tek çocuk bile sütten zarar görmeseydi, muhalefet ne yapacaktı?
Buna ilişkin bir planları var mıydı?
“Evet, hükümeti kutluyoruz, bu süt işi iyi oldu” mu diyeceklerdi?
Yoksa “çocukların kalsiyum ihtiyacını karşılayan hükümete şükran borçluyuz” mu demeye hazırlanıyorlardı?
Hayır, hiçbir şey demeyeceklerdi.
Söyleyecek tek sözleri yoktu.
***
Oysa söyleyecek o kadar çok şey var ki, hangisinden başlasam…
Ben muhalefet partisinde olsaydım, çocuklara süt dağıtılmasını eleştirecek birçok gerekçe bulurdum.
Laf olsun, torba dolsun diye değil.
Millet muhalefet görsün diye de değil.
“Hükümetin başarılı işlerini çekemiyor” suçlamalarını bile göğüsleyerek suçlamaya başlardım.
Ama insaflı da olurdum.
Sadece mevcut hükümeti değil, önceki hükümetleri de suçlardım.
Sırf suçlamak için değil, gerçekten hedef tahtasına oturtarak, “bugüne kadar ne yaptınız?” derdim.
Düşünsenize, bu ülkede 200 miligram sütü çocuklarına içiremeyecek milyonlarca aile var.
Elbette bu süt, “zengin-fakir” ayrımı yapmadan herkese dağıtılacak. (Zaten aksinde çocuklar rencide olurdu.)
“İnsanları bir küçücük kutu süte muhtaç ettiniz be!” diye kükrerdim.
Tanesi elli kuruş olan bir kutu sütü alamayan annelerin, babaların nasıl bir eziklik içinde olduğunu anlatmaya çabalardım.
Çocukların sütü “sevmediği için değil, bulamadığı için” içemediğini ve bu ayıbın da koca bir devlete yeteceğini haykırırdım.
Sadece süt değil ki…
Birkaç zeytin, bir dilim peynire hasret yığınların olduğunu söylerdim.
Bunun sorumlusunun “insanları muhtaç duruma düşürenlerdir” diye üstüne basa basa bağırırdım.
İşsizliğin kol gezdiğini söylerdim mesela, yoksulluğun acı tablosunu ortaya koyardım.
Sırf muhalefet olsun diye değil, gerçek rakamlarla…
Asgari ücretle neler alınacağının listesini yaptığınızda içerisinde sütün de, peynirinde, zeytininde olmayacağını gösterirdim.
Bırakın tatili, sağlık harcamalarını, eğitimi, kıyafeti, kahvaltıya bile yetmeyeceğini somut örneklerle açıklardım.
Ve derdim ki, “süt bulamayanlara süt vermek güzel ama vatandaşın süt bulamamasının sorumlusu kimse çıksın ortaya…”
Bugün değil, bugüne kadar ki sorumlular, neredesiniz?
Ne oldu, yoğurt yemeye mi gidiyorsunuz, üfleyin bari!