26 Nisan, 2024, Cuma
DOLAR32.4596
EURO34.7622
ALTIN2442.9
Mustafa BARDAK

Mustafa BARDAK

Mail: [email protected]

Titreyebilsek, kendimize geleceğiz

Ekonomik sıkıntıdan midemiz bir türlü doymazken, elimiz ayağımız tutmaz olurken, bir de  defolup gidesice koronavirüs iyice insanları hareketsizleştirdi.

Bir hareket edebilsek, titreyebilsek te kendimize gelsek aklımızı daha iyi kullanacağız, ama nerede o günler.

İnsanları olumsuz olaylar karşısında uyandırabilmek adına; “Titre de kendine gel!” derlerdi bir zamanlar. Ah bir titreyebilsek, titremeyi bırakın  parmak uçlarımızdan biri hareket edebilse yine de bedenimizin farkına varacağız.

Titremiyoruz ama, hiddetleniyoruz, öfkeleniyoruz hatta daha da ileriye giderek kırıp dökmelerimiz çoğalmaya başladı.

Yıllardır güzelce anlaşıp geçinip gidenlerin arasına  ne giriverdi ise, birden ortalıkta yumurta kabukları ayaklar altında dolaşmaya başlar oldu. Kabuklarını görmeye başladık, ama yumurtanın içindeki ak ile sarı renkleri birbirlerinden ayırmak için aklımızı zorlar olduk.  Yumurta çatladı, içindeki ak ile sarı renkler birbirine karışınca kahverengine dönüşmeye başlayınca ayırt etmek te zorlaştı.

Bence bunun kolay bir yolu olmalı. Yumurtanın içini  bir tavaya koyup, içine de bir miktar yerli zeytinyağı ile ocakta pişirmeye başlayalım. Birkaç dakika sonrasında tavadaki yumurtanın akı ile sarı birbirinden ayrılarak kendi özlerine dönmeye başlayacaktır. 

Çünkü ne kadar karışırsa karışsın; su ile zeytinyağı bütünleşmediği gibi yumurtanın akı ile sarısını da bütünleştiremezsiniz.

Öfkesini kontrol edemeyenlerin dudakları arasında çıkan sözleri kabullenmek zorlaştı. İnsanlar arasında dostluk, kardeşlik, barış ve huzurun sağlanması için inançların görevlisi olarak çalışan din insanları bile birbirleri ile kavga eder duruma geldi.

Amasya Beyazıt Paşa Cami müezzini ile imam arasındaki kavgada, müezzinin başına 10 dikiş atılması haberini öğrendiğimde, bir kez daha kaygılarım artmaya başlar oldu.

Bir ülkede; din insanlarının, öğretmenlerin, polis memurlarının davranış ve tavırları toplumsal barışın sağlanmasında önemli yerinin olduğu bilinir.

Özellikle kırsal alanlarda öğretmen ve din insanları halk tarafından dinlenir, barış elçisi olarak husumetlerin sona ermesinde etken olarak bilinir.

Üzerindeki üniformayı, cebindeki kimliği ve sıfatını kendi çıkarları için değil de toplumsal barış ve huzur için kullananlara herkes saygı duyar. Ancak, bu kimliklerini farklı amaçlarla veya  o andaki psikolojik durumlarını kontrol edemeyerek kötü amaçlı kullananlar ise halk tarafından iyi karşılanamaz.

TBMM’de Milletvekillerinin birbirleri ile tartışmaları sonunda kavga etmeleri, birbirlerini yumruklamalarını izleyen halkımız, ülkenin geleceğinden kaygılanmaya başlar.

Ülkede kurduğu Cumhuriyet yönetiminde “Diyanet İşleri Başkanlığı”nı kurarak, inanç özgürlüğünü sağlayan  Atatürk’ün ismi verilmeden, ancak ismine gönderme yapılırcasına sözler kullanan; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın memurlarından olan bir din insanının sözlerine karşı; “Suskun” olunuyorsa, insanlar geleceklerinden kaygı duyar.

Devleti yönetmek için yetki ve yasalarını kullananlar, başaramadıkları işlerde halkına karşı özeleştiri yapmak yerine, muhalefeti suçlayarak gündem oluşturmaya çalışıyorsa, halk geleceğinden kaygı duyar.

Yönetim makamı, yönetmek içindir ve sorunları çözmek için vardır. Sorunların çözümünü muhalefet elbette soracaktır, iktidar ise ortak akılla çözüm yollarını bulmak zorunda olduğunu kabul ederek yönetimi kabul etmiştir. Bilmem başka söze gerek var mı!?

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar