Yakın bir gelecekte başkanlık sistemine geçileceği söylentileri son birkaç yıldır Türkiye gündeminde önemli bir yer işgal ediyor. Geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı seçimleri de başkanlık sistemi tartışmalarına hız kazandırdı.
Başkanlık sistemini Türkiye açısından değerlendirmeden önce bu sistemin dünyadaki uygulamalarına bir göz atalım.
Dünyada Başkanlık Sistemi Uygulamaları ve Olumsuzlukları
Bugün ABD başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkeleri başkanlık sistemi ile yönetilmekte. Bu ülkeler arasında Orta ve Güney Amerika ülkelerinin büyük kısmını, Kenya, Tanzanya, Uganda, Sudan, Nijerya, Zambiya, Sierra Leone gibi bazı Afrika ülkelerini, Beyaz Rusya'yı, İran, Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan, Afganistan, Endonezya, Filipinler, Sri Lanka, Güney Kore, Seyşeller gibi çeşitli Asya ülkelerini sayabiliriz.
Birçok uzmanın ortak görüşü, kendine özgü şartlara sahip ABD ile birkaç istisnai ülke dışında başkanlık sisteminin, uygulandığı diğer ülkelere demokrasi ve istikrar anlamında bir başarı sağlamadığıdır. Tam tersine bu sistemin bir takım ciddi sorunları da beraberinde getirdiği halen pratikte yaşanan bir gerçektir. Anti-demokratik uygulamalar, otoriter rejime kaymalar, diktatörlük ve darbeler arasında süregiden çalkantı ve istikrarsızlıklar bu sorunların başlıcaları. Özellikle Latin Amerika ve 3. dünya ülkelerindeki başkanlık sistemi denemeleri diktatörlüklere ve askeri rejimlere dönüşmüştür.
Bunun dışında başkanlık sisteminin bir başka riski de 4, 5, vs. kaç seneyse, görev süresi dolmadan baştaki kişinin görevden alınamamasıdır. Salt çoğunlukla seçilen güçlü yetkilere sahip bir başkan, halkın tasvip etmediği, akla, mantığa ve vicdana aykırı ya da keyfi politikalar izlese dahi görev süresi tamamlanana kadar başta kalır. Parlamenter sistemde olduğu gibi güvenoyu oylamasıyla bir başkanın görevine son verilmesi ya da soru önergeleri vs. tarzı denetim sistemleriyle denetlenmesi, hesap sorulması söz konusu değildir.
Bu konuda ünlü sosyolog ve siyaset bilimci Juan Linz şu tesbiti yapmaktadır:
"Başkanlık sisteminde tehlike görev süresinin esnek olmamasıdır. Bu süre boyunca kazananlar ve kaybedenler çok net bir şekilde belirlenir ve kaybedenler 4 veya beş yıl yürütmeye veya yönetime en ufak bir müdahaleleri olmadan beklemek zorundadırlar."
Demokrasinin her yönüyle yerleşik olmadığı toplumlarda ise bu olumsuzluğu daha ciddi olumsuzluklarla giderme yoluna gidilir. Yarı Başkanlık sistemini uygulayan Mısır örneğinde olduğu gibi: "Askeri darbe" ile..!
Bugün dünya üzerinde başkanlık sisteminin uygulandığı ülkelerin çoğunda, demokrasinin gereklerini gereği gibi hayata geçiremedikleri ve sürdüremedikleri için otoriter rejime kaymanın örneklerini görürüz.
Örneğin Meksika'da bu sistem nedeniyle CIA'nin (elbette yöntem olarak tasvip edilmesi mümkün olmayan) kanlı Kondor operasyonuna kadar yaklaşık 90 yıl boyunca tek parti, iktidarı elinde tuttu. Yine, başkanlık sistemiyle yönetilen Afganistan'da bugün Karzai ne derse onun yapıldığı bir tür diktatörlük rejimi hakim.
Venezuela'da ise halk her ne kadar daha önce Chavez'in yönetiminden memnun kalmış olsa da onun ardından yerine bıraktığı Nicolas Maduro'ya seçimlerde oy vermenin pişmanlığını yaşıyor. Halkın halen yönetiminden hiç memnun olmadığı Maduro'yu görevinden alması mümkün değil. Ordu ve diğer güçleri elinde tuttuğu için protestoları fiziki güç kullanarak bastırıyor.
Bu örnek de başkanlık sisteminin kişilere endeksli olduğu ve başa yanlış kişilerin geçmesi durumunda müdahale edilemeyecek hasarlara yol açabileceği gerçeğini ortaya koymakta.
Bir diğer örnek olan Kolombiya'da ise Başkan orduyu devre dışı bırakarak sadece gerillayı öne sürmesinin ardından mafya sistemi gelişti ve herkesin kendi bölgesini koruduğu bir sistem oluştu. Uyuşturucu ticareti ve suç oranı çok ciddi boyutlarda ve engellenemiyor. 2011 yılından beri yaşanan gerilim sonucunda Venezuela ile savaşın eşiğine gelinince Başkan'ın istekleri doğrultusunda gerilla kuvvetleri devlete bağlı ordu haline getirildi.
Az önce bahsettiğimiz Mısır örneğinde de Mursi'ye yöneltilen kötü yönetim, demokrasi karşıtlığı, Şura meclisini ve halkın taleplerini hiçe sayma gibi eleştirilerin sonucunda darbe meydana geldi. Oysa parlamenter sistem olsaydı en fazla hükümet düşer ve olay Mursi ve iktidar partisi açısından çok daha küçük kayıplarla sonuçlanırdı.
Zayıf ülkelerde başkanlık sistemi daha güçlü ülkelerin buraları kendi çıkarları ve politikaları doğrultusunda tek kişi üzerinden kolayca yönetmesi ve sömürmesine de zemin sağlayan bir sistem. Böylece halkın her türlü demokratik müdahalesine kapalı olarak yıllar boyu başkanlıkla yönetilen bu tür ülkelerin yönetimleri sömürgeci ülkelere hizmet etmekte. Örneğin iki eski diktatörlük olan Panama ve Peru CIA'nin arka bahçesi olarak da bilinir. ABD derin devleti bu ülkelerin başkanlarını tayin eder ve tüm yürütme ve yasamayı bu piyonlar üzerinden yönetir ve kontrol eder.
Aynı durum benzer şekilde yönetilen çeşitli Afrika ülkeleri için de geçerli. Ruanda örneğinde olduğu gibi çeşitli kabileleri farklı biçimlerde gruplayan ve güç dengelerini bozan Belçika derin devleti tarzı batılı güçler bunları karşı karşıya getirerek kendi çıkarlarını yürütebilecekleri kargaşa ve soykırım ortamlarını oluşturuyorlar.
Yine, başkanlık sisteminin yürürlükte olduğu Filipinler'de yönetim darbe ile sonuçlandı; Sudan bölündü, iç karışıklık ve çatışmalar durdurulamıyor; Yemen başkanlık sistemi nedeniyle federasyonlara bölündü...
Başkanlık sisteminin dezavantajlarını gözler önüne seren bu tür örnekleri daha da çoğaltmak mümkün...
Türkiye Açısından Federatif Başkanlık Sistemi Bugün İçin Son Derece Yanlış ve Riskli Bir Uygulama Olacaktır
Başkanlık sisteminin buraya kadar saydığımız olumsuzluklarının ve risklerinin tümü aynı derecede hatta fazlasıyla Türkiye için de geçerli.
Tabi ki AK Parti hükümeti ve Sn Erdoğan’ın Türkiye’de demokrasi adına meydana getirdiği gelişmeler ve değişiklikler göz ardı edilemez. Ancak Sn Erdoğan’ın da her zaman vurguladığı gibi insanlar geçicidir kalacak olan davadır. Bu nedenle her türlü ihtimal göz önünde bulundurularak Türkiye’yi demokrasi, özgürlükler, birlik ve beraberlik adına en başarılı şekilde geleceğe taşıyacak bir sistem oluşturulması elzemdir.
Türkiye gibi demokrasi geleneği ve demokratik kurumsal yapılanması tam anlamıyla oturmamış ülkelerde başkanlık sistemi demokratik yapıdan kopma tehlikesini de beraberinde getirir.
Dahası, tüm bu olumsuzlukların ötesinde Türkiye'de uygulamaya girecek bir başkanlık sistemi ülkenin sosyo-politik şartları göz önüne alındığında ikinci aşamada "federasyon" teklifini gündeme getirecektir. Başkanlık sistemini destekleyen ve ayakta tutan dinamikler federasyon baskısını ciddi anlamda artıracak ardından ise federatif yapıya geçiş kaçınılmaz hale gelecektir.
Bugün PKK kaynaklı bölünme tehdidinin en üst düzeye ulaştığı bir dönemde federasyon bu bölünmenin fiilen gerçekleşmesi anlamına gelir. PKK'nın baştan beri bölgede 'demokratik özerklik' adını verdiği özerk komünist Kürdistan kurma hayali federatif başkanlık sistemiyle gerçeğe dönüşmüş olacaktır. Özellikle son dönemde Irak ve Suriye’de Kürt bölgelerinde meydana gelen gelişmeler bu hareketi teşvik edecektir.
Nitekim bölme ve parçalamanın örtülü siyasi yöntemi olan "özerklik, federasyon, eyalet sistemi, otonomi" gibi kavramlar belli bir süredir PKK sözcü ve temsilcileri ve bir takım siyasiler tarafından Türk halkına düşük fakat sık ve düzenli dozlarda sürekli telkin edilmektedir. Bu sayede bölücülük farklı isimlerle makul demokratik bir seçenek görünümü altında milletimize benimsetilmeye çalışılmaktadır.
Diğer yandan 'federasyon sayesinde terörün son bulacağı', 'Güneydoğu bölgesinin ekonomik ve stratejik bakımdan ülkeye faydasız ve külfet olduğu, verip kurtulunması gerektiği', 'PKK'ya özerklik verilse AB'ye kabul edilmemizin kolaylaşacağı', 'Osmanlı'nın da ABD'nin de eyalet sistemiyle yönetildikleri halde süper güç oldukları' gibi, tek aşamalı düşünen sığ zihinlerin bir anda kapılabileceği türden yanıltıcı telkinler de aynı propagandanın bir parçasıdır.
Halbuki Osmanlı olsun ABD olsun her şeyden önce çok güçlü siyasi yapıya ve merkezi sisteme sahip devletlerdir. Dolayısıyla federasyondan kaynaklanacak bir bölücülük tehdidiyle karşı karşıya değildirler. Ayrıca bu devletler üniter bir yapıdan bölünerek federasyon sistemine geçmemişler, tam tersine birçok eyalet, devlet ve federasyonun birleşmeleri ve katılımlarıyla çok uluslu, eyaletli süper güçler olmuşlardır. Yani parçalanmaları değil, birleştirici olmaları söz konusudur.
Aynı mantıkta örneğin Fas, Tunus, Cezayir'in Büyük Türkiye'nin birer eyaleti olarak aynı süper gücün çatısı altında bir birleşme talepleri olsa elbette buradaki birleştirici, katılımcı federasyon kavramı PKK'nın bölücü, parçalayıcı federasyon mantığının tam zıttı olacaktır. Dolayısıyla aradaki ince ayrımı kavrayabilmek PKK'nın şeytani fitnesine düşmemek açısından önemlidir.
Federasyon Türkiye'nin Bölünmesiyle Eşanlamlıdır
Türkiye'nin federatif yapıda bir başkanlık sistemine geçmesi demek, Güneydoğu'da Kürt etnik kimliğini kullanarak bölgeye Marksist-Leninist-Stalinist rejimi hakim kılmayı hedefleyen PKK'nın özerk komünist Kürdistan'ı ilan etmesi demektir.
Bölgede böyle bir komünist yapıya izin verildiği takdirde, bu komünist yapı kendine ait bir polis teşkilatı ve askeri bir yapılanma, yani nizami bir ordu oluşturmak isteyecektir. Nitekim örgütün mevcut silahlı kadroları kendisini şimdiden “öz savunma gücü” olarak ilan etmiştir. Bölgede yol kesmekte, kimlik kontrolleri yapmakta, insanları kaçırmakta, sözde mahkemelerde yargılamakta, bu sözde mahkemelerin kararlarıyla da infaz yapmaktadır.
Üstüne üstlük söz konusu komünist yapılanma palazlanma sürecinde tüm finansmanını da başlangıçta eyaleti olduğu Türkiye Cumhuriyeti'nden sağlayacaktır. Ardından bağımsızlığını ilan ederek Kuzey Kore benzeri, tüm dünya komünistlerinin birinci dereceden maddi-manevi desteğine sahip, bölgede genişlemeyi, doğal kaynakları, zenginlikleri ele geçirmeyi ve rejimini komşu ülkelere aktarmayı hedefleyen pilot bir devlet haline gelecektir. Elbette bu başta İsrail olmak üzere, ABD'nin ve diğer batılı ülkelerin hiç işlerine gelmeyen bir durum olacaktır.
Sonuç itibariyle, federasyon teklifi Türkiye'yi bölmeye ve Türkiye öncülüğündeki bir İttihad-ı İslam'ı ve Mehdiyet'i engellemeye yönelik planlanan şeytani bir projedir. Bu nedenle günümüz şartlarında, ortada çok ciddi bir bölücülük tehdidi varken federatif sisteme açık bir başkanlık sisteminin hiçbir şekilde kabul edilmesi mümkün değildir.
AK Parti hükümetinin ve Başbakan Erdoğan’ın ülkenin kendilerinden sonraki geleceğini de hesap ederek bir sistem geliştirmesi çok önemlidir.
Ancak kesin olan bir gerçek de her ne olursa olsun şeytanın Ahir zamanda kilit rol oynayan ülkemiz üzerindeki bölme planlarının, Allah'ın planına karşı başarılı olmasının imkansız olduğudur.
Elbette en doğrusunu Yüce Allah bilir.
="mailto:urer.didem@yahoo.com">
urer.didem@yahoo.com
="https://twitter.com/Didem_Urer">
https://twitter.com/Didem_Urer