160x600
26 Nisan, 2025, Cumartesi
DOLAR38.3223
EURO43.7751
ALTIN4105.0
Murat Deniz Demirci

Murat Deniz Demirci

Mail: [email protected]

Ahmet Resai Bey’den Ekrem İmamoğlu’na: Demokrasinin Sınavı

Seçimler, demokrasinin olmazsa olmazıdır ama yeterli midir? Yani sandık başına gidip oy kullanınca gerçekten demokrasiye sahip olmuş mu oluyoruz?

Türkiye’nin siyasal geçmişine bakınca, bu soruya net bir “evet” demek zor. Çünkü sandığın varlığı kadar, onun ne kadar özgür ve adil olduğu da önemli.

Bunu anlamak için biraz geriye, 1930’a dönelim. O yıl, Türkiye’de ilk kez belediye başkanları için tek dereceli seçim yapılıyor.

Üstelik kadınlar da ilk kez oy kullanıyor. Ne güzel değil mi? Ancak işin bir de öteki yüzü var.

Seçimlerden birkaç ay önce kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF), Cumhuriyet Halk Fırkası’na (CHF) karşı yarışa giriyor.

Devlet gücünü arkasına almış CHF’ye rağmen SCF, Samsun’da seçimi kazanıyor.

Boşnakzade Ahmet Resai Bey, 3.112 oy alarak belediye başkanı seçilirken, CHF adayı yalnızca 416 oyda kalıyor. Ama bu zafer çok uzun sürmüyor.

SCF, sadece üç ay dayanabiliyor ve Menemen Olayının da etkisiyle 17 Kasım 1930’da kendini feshediyor.

Atatürk, partinin kapanmasının hemen ardından Samsun’a geliyor ve yeni belediye başkanından istifa etmesini istiyor. Peki, Ahmet Resai Bey ne yapıyor?

Kendi seçildiğini, halkın güvenini kazandığını ve bu güveni boşa çıkarmanın nankörlük olacağını söylüyor.

Atatürk, bu çıkışı sakin bir ifadeyle karşılıyor ama iki ay sonra Danıştay devreye giriyor ve seçim iptal ediliyor. Yenilenen seçimleri CHF adayı Sami Bey kazanıyor.

Bu olay, Türkiye’de sandığın nasıl kullanıldığını gösteren ilk örneklerden biri. Peki, bugün çok farklı mı?

Türkiye, sandığa fazlasıyla anlam yükleyen bir ülke. İktidar partileri, seçim sonuçlarını her şeyin üstünde tutarak meşruiyetlerini buradan alıyor.

Bugün de benzer bir tablo var. Seçim kazanıldığı sürece demokrasinin işlediği düşünülüyor. Ama demokrasinin sadece sandıktan ibaret olmadığı, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ve ifade özgürlüğü gibi temel ilkelerin de korunması gerektiği unutulmamalı.

Nitekim, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu’nun hukuki süreçlerle karşı karşıya bırakılması, üniversite diplomasının iptali  ve en sonunda hakkında başlatılan yolsuzluk ve kent uzlaşısı soruşturmalarının ardından tutuklanması muhalefetin kenetlenmesine sebep oldu.

Saraçhane’de toplanan kalabalıklar, “slacktivizm” (pasif aktivizm) olarak tanımlanan dijital tepki verme alışkanlığını terk ederek doğrudan sahaya indi.

Dünyada büyük meydanlar, halkın demokratik tepkisini dile getirdiği yerlerdir. Londra’da Trafalgar, Paris’te Concorde, Berlin’de Potsdam, Kahire’de Tahrir, New York’ta Times Square…

Bizde ise Taksim, Kızılay ve Konak Meydanları var. Ancak son yıllarda bu alanların protestolara kapatılması, kamusal alanların kullanımına dair önemli bir tartışmayı da beraberinde getiriyor.

Son olarak, gazetecilerin yaşadıkları da demokrasi ve özgürlükler açısından önemli bir mesele.

Haber takibi yapan muhabirlerin hukuki süreçlerle karşılaşması, basın özgürlüğü konusunda soru işaretleri doğuruyor.

Adalet Bakanlığı, "Gazetecilik faaliyetinden dolayı cezaevinde tutuklu gazeteci yoktur" dese de, uluslararası basın örgütlerinin raporları bu açıklamayla çelişiyor.

Türkiye’nin siyasal tarihi bize bir şey öğretiyor: Demokrasi sadece sandıktan ibaret değil.

Seçimler önemli ama bir ülkenin gerçekten demokratik olabilmesi için hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü ve çoğulculuğun korunması gerekiyor. Bugün yaşanan tartışmalar da aslında bunun eksikliğini gösteriyor.

Özetle, demokrasiye sadece sandık olarak bakarsak, geçmişte olduğu gibi bugün de aynı kısır döngüde döner dururuz.

Önemli olan, o sandığın sadece bir araç olduğunu unutmamak. Seçimler yapılır, kazanılır veya kaybedilir ama asıl mesele, seçimin sonuçlarına herkesin saygı gösterdiği, adil ve özgür bir sistemin var olup olmadığıdır.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar