
Prof. Dr. Alper çolak
Uzmanlar, Türkiye artan orman yangınları sonrasındaki restorasyon çalışmaları konusunda uyardı. Prof. Dr. Alper Çolak, "Doğa kendi kendine iyileşemez. Türkiye’de palamut meşesi üreten fidanlık yok ya da selvi tohumu üretimi yok denecek kadar az. Oysa bu türler hâlâ bazı bölgelerde mevcut ama değerlendirilmiyor. Türler karışık, ekosisteme uygun şekilde dikilmeli" dedi.
Türkiye’de artan orman yangınları ve bu yangınların ekosistem üzerindeki yıkıcı etkileri, uzmanların gündeminde. İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Silvikültür Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Alper Çolak, Ormancılık Ekonomisi Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Kenan Ok ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü’nden Prof. Dr. Ahmet Uludağ, orman yangınlarına ve restorasyon süreçlerine ilişkin önemli uyarılarda bulundu. Her biri kendi uzmanlık alanlarından hareketle, yangınların önlenmesi ve yanan alanların yeniden canlandırılması için kritik değerlendirmeler yaptı.
"Restorasyon mümkün ama bu sabır ve doğru yöntemler gerektiriyor"
Orman yangınları sonrasında restorasyonun kritik bir adım olduğunu söyleyen Prof. Dr. Alper Çolak, "Akdeniz’de eskiden meşe ormanları vardı. Şimdi yoklar. Selvi ormanları da benzer şekilde kayboldu. Eski fotoğraflarda selvi, kızılçam ve meşe karışık haldeydi. Oysa bugün sadece kızılçam var. Üstelik restorasyonlarda bu ağaçları sırayla, pırasa gibi dikiyoruz. Türler karışık, ekosisteme uygun şekilde dikilmeli. Mesela palamut meşesi üzerine mazot dökün, yine de kolay yanmaz. Ama bu tür de artık yok denecek kadar az. Oysa Muğla’ya kadar parça parça selvi ormanları var, ancak bunlardan tohum toplanıp fidan üretilmiyor. Doğayı kendi haline bırakmak yeterli değil. Elbette restorasyon mümkün, ama bu sabır ve doğru yöntemler gerektiriyor" dedi.
"Her alana özel, o bölgenin sorunları ve hedefleriyle uyumlu bir yöntem geliştirmeliyiz"
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Ormancılık Ekonomisi Anabilim Dalından Prof. Dr. Kenan Ok ise Türkiye’nin orman planlamasının 1973 yılında tamamlandığına dikkat çekerek, "Her ormana adeta bir kişiye ev verir gibi özel yaklaştık. Hepsinde odun üretmiyoruz; bazı ormanlarda suyu korumaya, bazılarında biyolojik çeşitliliği desteklemeye çalışıyoruz. Bazılarına ise koruma statüsü verdik. Yangın çıktığında bu bütün dengeleri bozuyor. Bu yüzden yeniden düzenleme yaparken o ormanın daha önceki amacını bilmek zorundayız. Yanan alanlarda sanki tüm ormanlar sadece odun üretimi için varmış gibi davranmak ve hemen ağaçlandırmaya girişmek doğru değil. Bu yüzden kalıplaşmış yaklaşımlardan uzak durarak, her alana özel, o bölgenin sorunları ve hedefleriyle uyumlu bir yöntem geliştirmemiz gerekiyor" ifadelerini kullandı.
"Yalancı akasya ve kokar ağaca dikkat"
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü’nden Prof. Dr. Ahmet Uludağ da her orman için farklı değerlendirmeler yapılması gerektiğini savunarak
"Bazı yaygın türler var ki özellikle şehir ağaçlandırmalarında ya da bal ormanı projelerinde sıkça kullanılıyor. Bu ağaçlar zamanla biyolojik çeşitliliği azaltıyor. Yangın sonrası da yerli türlerden daha hızlı yayılıp alanı kaplıyorlar. Bu durum, ekosistemin yerli dengesini bozabiliyor. Örneğin yalancı akasya ve bizim ‘kokar ağaç’ dediğimiz ana vatanında ‘cennet ağacı’ olarak bilinen ama bizde bu özelliği pek taşımayan türler buna örnek gösterilebilir" uyarısında bulundu.

Yorum Yazın